Bugün Ocak ayında başladığım ve halen yazmaya devam ettiğim hikayemi bölüm bölüm sizinle paylaşmaya karar verdim. Şimdilik haftada bir kere yeni bölüm yayınlamayı düşünüyorum. Ama severseniz daha kısa sürede paylaşım yapmaya çalışırım tabii ki. Hatta inşallah çok seversiniz de daha çok paylaşım yapmak için hikayeyi daha ilginç kılmak üzere ne yapacağımı düşünmekten bir hal olurum :)
Okuduktan sonra görüşlerinizi
bana bildirebilirseniz çok sevinirim. Yazı konusunda kendimi geliştirebilmem
için buna gerçekten çok ihtiyacım var. Şimdiden hepinize çok çok teşekkür ediyorum.
Hikayenin şimdilik iki ana
karakteri var. Nil ve Soner. Romantik bir hikaye yazma isteğiyle yola
koyulmasam da ziyadesiyle aşk dolu bir hikaye çıktı ortaya. Ama ilerleyen
zamanlarda nasıl sürprizlerle karşılaşacağınızı söyleyemem :). Ayrıca başta da
belirttiğim gibi Ocak ayında yazmaya başladığım bir hikaye olması sebebiyle
bolca soğuk ve kar içeriyor. Umarım hoşunuza gider.
SALEP #1
Dışarda kar yağıyordu. Kendisine kahve yapıp pencerenin önüne geçmeyi düşündü ama salep çok daha güzel bir fikirdi. Eskiden, küçükken annesinin yaptığı salep kokusu geldi burnuna. Annesi gibi yapamazdı, o lezzeti kimsenin yakalayamayacağından nerdeyse emindi. Mutfağa yöneldi.
Hazır salebi
kutusundan çıkarıp cam kupaya koyarken hayatını gözden geçiriyordu.
Her şey yerli yerindeydi. Çok da imkansız hayalleri olmamıştı hiç ama
hepsi gerçekleşmişti. Mikrodalga fırına bardağı yerleştirdi. “İşte tam da benim
hayatım gibi” dedi kendi kendine. Kolay, anlaşılır, hazır ve önceden yaşanmış
gibi. Hayır, bu durumdan rahatsız değildi ama “hikayemi yazmaya kalkışan yazar
daha yarısına gelmeden uyuyakalır sıkıntıdan.” diye düşünerek tebessüm
etti. Mikrodalgadan gelen zil sesi salebin hazır olduğunu hatırlatıyordu.
Bardağını alıp salona pencere kenarındaki koltuğa kuruldu. Kışı oldum olası hiç
sevmezdi. Kışın enerjisinin çok azaldığından yakınır dururdu hep. Ama bu pazar
günü öyle hissetmiyordu. Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmadan geçireceği
bir gün olduğunu düşünüp mutlu olmuştu. Arkadaşları sosyal medyada pazar
günlerini o ara popüler olan bir kitap, kurabiye ve kahve fotoğrafları ile
yansıtıyorlardı. Ya da film CD’si, televizyonun kenarından görünen patikli
ayakları ve içinde ne olduğu görünmeyen kupa ile yüzler görünmeden çekilen
fotoğraflar vardı. Ama o bu pazar günü sadece evde olmayı tercih etmişti.
Plan yapmadan ve yapmadığı plandan kimselere bahsetmeden..
Bir ara doğruldu
oturduğu koltuktan. Pencereden aşağı doğru baktı şöyle bir. Apartmana doğru
eldivenli elleriyle de olsa el ele tutuşan genç bir çiftin ve
arkalarında yürüyen uzun boylu genç bir adamın ilerlediğini gördü. O soğukta
üşümemek için kullandıkları yün bere ve kalın atkılardan olsa gerek hem
eldivenli ellerle el ele tutuşan o çiftin hem de uzun boylu genç
adamın yüzleri görünmüyordu. Arada bir el ele yürüyen çift arkasını
dönüp bir şeyler söylüyorlardı genç adama. Yüzleri asık değildi ama sanki
hafif korkmuş gibilerdi. Eldivenlere rağmen el ele tutuşan çift onda
hiç merak uyandırmamıştı. Sadece eldivenden birbirlerinin ellerini
hissedemeyecekleri için el ele tutuşmalarının ne kadar anlamsız
olduğunu düşündü. Ama uzun boylu genç adamın yüzünü görmek için ayağa bile
kalktı. Yakışıklı olduğunu tahmin ediyordu. Hayal etmeye çalıştı büyük bir
istekle. Ona aşık olduğunu düşündü birden. Genç adamla birlikte eldivene
rağmen el ele tutuşan çifti izlediklerini ve onlarla birlikte dalga
geçtiklerini düşündü. Gülümsedi kendi kendine. Hem hayali hoşuna gitmişti hem
de kendisinden beklemediği kadar romantik olan bu hayal güldürmüştü onu.
O sessizce bunları
düşünürken genç çiftin ve uzun boylu genç adamın apartmanın önünde durduğunu
farketti. Kapı zili çaldı. Merakla ve kapının önündekileri tanımaya çalışır
gözlerle aşağıya doğru dikti gözlerini. Sinem değil miydi o? Yanındaki de
kocası Serhan mıydı? Sinem’i senelerdir kullanmaktan bıkmadığı mor, siyah,
yeşil ve gri renkli beresinden çoktan tanımalıydı zaten. Peki ya yanlarındaki o
uzun boylu ve yakışıklı olması gereken genç adam kimdi ki? Eldivenlerini
çıkardığında parmağında yüzük görecek miydi? Son zamanlarda hoş bulduğu tüm
erkeklerin parmaklarındaki yüzüğü gördükten sonra birdenbire onların küçük kız
kardeşleriymiş gibi davranmaya başladığını farkediyordu. Hatta hayatına giren
bir adamın evli olduğunu tesadüfen öğrenip sonrasında bu adama aşık olmadan
kendini sıyırdığına sevinmişti bile. Bu durum canını ciddi anlamda sıkmaya
başlamıştı.
Bunlar aklından
geçerken kapıyı açmak üzere harekete geçti. Sinem, Serhan ve yakışıklı ve
yüzüksüz olması gereken genç adam yukarı doğru çıkarlarken dün gece
dışarı çıkma hevesiyle iyi ki kuaföre gittiğini ama iyi ki planlarının iptal
olup bu sabah saçlarının bakımlı cildinin de dinlenmiş olduğunu
düşünüyordu. Bu şekilde yakışıklı ve yüzüksüz olmasını beklediği genç adamı
etkileyebilecekti. Üzerini değiştirmeyi düşünmemişti çünkü zaten onun
evindelerdi, rahat olabilirdi. Ayrıca en doğal haliyle yakışıklı ve
yüzüksüz olması gereken genç adam onu daha güzel bulabilirdi. Tecrübeleri ona
bunu öğretmişti.
Sinem merdivenlerden
gözükmüştü.
- Hoşgeldiniz.
Hayırdır?
- Hoşbulduk canım.
Yaa sorma, kar lastiklerine güvendik ama yollar fena. Riske atmak istemedik
bıraktık arabayı. Hazır da sana yakınken çıkıp gelelim dedik.
- İyi yaptınız,
buyrun gelin.
- Serhan n'aber
dostum?
- İyidir canım üşüdük
valla. Sen nasılsın? Ooo ev sıcacık mis gibi.
- Geç geç içerde
çıkarın. İyidir benden de ne olsun, pazar miskinliği.
- Kızım senin
miskinliğin bile enerjiktir kesin.
Yakışıklı ve yüzüksüz
olması gereken genç adama bakamamıştı henüz. Sanki bakınca genç adam az önceki
kurduğu hayalleri anlayabilecekmiş gibi geliyordu ona. Neyse ki genç adam
kendiliğinden elini uzattı:
- Merhaba Soner ben.
- Hoşgeldin Nil ben
de, memnun oldum.
- Kusura bakma
rahatsız ettik pazar pazar.
- Olur mu ne demek. Hadi
içeri geçelim ayakta kaldınız.
- Nil, Soner'den
bahsetmiş miydik hatırlayamadım. Serhan'ın üniversiteden arkadaşı.
Yurtdışındaydı. Yüksek lisans yapacağım diye gidip geri gelmeyeceğim
diyenlerdendi ki memleket aşkı ağır bastı. Beyin göçüne izin vermedik.
- E bir daha
hoşgeldin o zaman.
Soner'in
düşündüğünden de yakışıklı olması Nil'i çok heyecanlandırmış olsa da fönlü
saçlarının verdiği özgüvenle sakinliğini korumayı başarmıştı. Kikirdemesine
engel olamıyordu ama. Flörtleşmeyi de ne kadar özlediğini anlayıvermişti. En
fazla bir buçuk dakika olmuştu misafirler geleli ama Nil pek çok duyguyu aynı
anda yaşamıştı bile. Ayrıca tokalaşırken iki elindeki parmakları da kontrol
etmişti. Soner şu anda hayallerinin erkeği gibiydi.
Misafirleri salona
ilerlerken Nil evde olan ve ikram edebileceği her şeyi saydı. Çay yeterli
olur dense de herkesi salep içmeye ikna etti. Sinem de yardım etmek
üzere Nil'in peşinden mutfağa geçti.
- Kızım Sinem, ilk
olarak bu yakışıklıdan bu zamana kadar nasıl olur da haberim olmaz, ikincisi bu
yakışıklıyı evime getirirken nasıl olur da haber vermezsin?
- Tamam anladık. İzin
alamayıp gelemediğim için tanışamayışımızın tek sorumlusu benim. E peki
geliyoruz diye haber vermeyişine ne demeli? Valla dün akşam saçlarıma fön
çektirmemiş olsaydım seni ömrüm boyunca affetmeyebilirdim.
- Bir şey
söyleyeyim mi çok güzel yapmış bu sefer saçlarını. Ay neyse tamam özür dilerim,
oraya buraya çarpacağız stresinden düşünememişim, tam bir hayvanım!
- Canım arkadaşım rica
ederim, sen böyle yakışıklıları evime getirdikçe ben hiç kızmam ki sana!
Bir şey diyeceğim, yüzük yok ellerde ama var mıymış hayatında biri?
- Yok tatlım, her ne
kadar geleceğimizi haber vermemiş olsam da geleceğinizi düşündüm ve hayatında
biri olmadığına emin oldum. Yani sordum direkt.
- Ooo kelime
şakaları, en sevdiğim. Aferin Sinem, tebrik ederim bir daha girdin gözüme.
Karşılıklı şakalaşıp
gülüştükten sonra ellerinde salep dolu fincanlar ile salona geçti
kızlar.
Erkekler akşamki
henüz oynanmamış maç üzerine yapılan yorumlarla dolu televizyon programlarını
izlemeye dalmışlardı. Kızlar içeri girip salepleri servis ettikten sonra
koyu bir sohbet başladı aralarında. Arada bir Sinem ve Serhan birbirlerine
imalı bakışlar atıyorlardı ama ne Nil ne de Soner farkedebiliyordu
bakışmalarını.
Serhan "Ee
acıkmadık mı gençler?" diye sohbeti bölene kadar konuştular hep birlikte.
Soner de Nil de birbirleriyle ilgili pek çok şeyi öğrenmişti bu zaman zarfında.
İçlerinde birbirlerini daha da yakından tanıma isteği vardı ikisinde de. Nil'in
"acaba telefonumu ne zaman alacak ki?" diye düşünmesine gerek
kalmadan Soner harekete geçmişti bile.
- Bak öyle eski
filmleri seviyorsan, şu kar kış biraz geçsin de seni bir yere götüreyim. Orda
bir sürü film var, o bahsettiklerin de dahil. Neydi ki senin numaran?
Kar durmuş ve
belediye ekipleri verimli bir şekilde çalışmışlardı. Yollar açılmış ve
şehirdeki hayat normale dönmüştü. Evde olanlarla hazırlanan yemekten sonra
içilen çaylarla birlikte kalkma vakti de gelmişti. E malum ertesi gün işe
gidecekti hepsi. Evlerinde dinlenmeleri için az bir vakitleri kalmıştı.
Nil ve Soner haftaya
film satın almak üzere Soner'in bahsettiği o yere gitmek için sözleşmişlerdi
bile. Nil'in buluşmada ne giyeceği de belliydi şimdiden.
Misafirlerini
uğurlayan Nil pencereden de görmek istedi Soner'i. Salona yöneldi. Sinem ve
Serhan apartmandan çıkarken yine el ele tutuşmuşlardı. Ama bu sefer
eldiven yoktu ellerinde. Nil arkalarından bakarken gözü hafifçe kanepeye kaydı.
İkisi de eldivenleri kanepenin üzerinde unutmuştu. Hafifçe gülümsedi Nil
eldivenlere. Sonra Soner'in arkasına döndüğünü farketti, el salladılar
birbirlerine.
blog keşif etkinliğinden gwliyorum beklerim :)
YanıtlaSil