Bugün günlerden Pazar. Mevcut durumda aktif bir işim olmasa
da Pazar gününün hakkını sonuna kadar veriyorum. Televizyon karşısında
uyuyakalmaktan tutun telefonumu şarja takmaya üşenmeye kadar tüm klişeleri bir
bir yerine getirdim. Evin içinde yüzde 12 şarj ile sefaletimin keyfini
sürüyorum. Pazar gününün nasıl bir enerjisi varsa artık işsiz bir insanı bile
çalışıyormuşcasına miskinliğe sürüklüyor. Belki de sürü psikolojisidir bendeki.
Çok fena aşık olasım var. Ama böyle umutsuz, mutsuz, imkansız,
ezik ya da mağdur olanından değil. Zamanında bahsettiğim türde aşklar yaşadım
ben de. Derya “Ya içindesindir çemberin, ya da dışında yer alacaksın.” der
demez “büöühüüühüüühühühüü” diye hönkürmek suretiyle ağlama krizlerine girdiğim
– girmek istediğim – doğrudur. Hatta aynı adam tarafından 2 kez terk edildiğim de
doğrudur. Şimdi bu durumu bakış açısına göre “salaklık” olarak da yorumlamak
mümkünken “ayy kıyamam demek ki çok seviyormuş, yarım kalmış içinde bir şeyler.”
denmesi de olasıdır. Ama aslında aldığım derslere ve yaşadığım tecrübeler
yanıma kar diyerek geçmişe takılıp kalmamak en güzeli sanırım. İşte ben de öyle
yaptım.

Tabii ki bundan sonra aşık olacağım adamın bana kendimi
piğremses gibi hissettirmesi ilk hedefim. Ama sonrasında hayal kırıklığı
yaşamamak adına çilekeş Anadolu kadını olmadan da güzel bir şeyler yaşayabilme
ihtimalim var sanıyorum. Geçmişimde tercih ettiğim adamları özellikle sorunlu
ve egolu olarak seçmedim tabii ki ama artık yıldım yeminle. Bir kadın olarak – bir
Türk kadını olarak – ağzımın tadıyla kapris yapmak, trip atmak bir yana alttan
almaktan nefes alamaz hale geldim. Hoş, kapris yapmak ya da trip atmak hamurumda olmasa da anlayış seviyemin
değeri bilinmediği noktada frenchli pençelerimi göstereceğim artık. Ulan ilişki
bu. Sanmıyorum bu hayattaki misyonumun seni ilişki süresince mutlu etmek
olduğunu. Neyse eğlenmeye geldik, gerilmiyorum.
Hayır kimseyi de mücadele dolu hayatı sebebiyle
suçlamıyorum, yanlış anlamayın. Ama psikolog ya da psikiyatrist de değilim ki
ben. Ne Ahmet’in hiperaktivitesi yüzünden aldığı ilaçların yan etkisi olan
bipolarlıkla savaşmak istiyorum, ne de Mehmet anası babası boşanmak üzere
olduğu için tüm gerginliğini bana yansıtsın istiyorum. Ha bu arada
hiperaktivite ilaçlarının böyle bir yan etkisi var mı, araştırmadığım için
bilmiyorum. Belki de yedi beni zibidi Ahmet.
Zamanında pek de güzel absorbe ettim bunları. “Ahmetciğim, aşkım
ben çok bunaldım iş yerinde ama senin çıkasın yoksa sonra görüşürüz” de dedim, “Mehmetciğim,
sevgilim sıkma canını nasıl olsa bir şekilde yoluna koyulur her şey” diyerek
omzumu da hizmetine sundum. Ama artık otuz yaşındayım. Destek olmak muhakkak ki
bir ilişkinin gereği ama bana annenmişim gibi de davranma yahu. Koşulsuz sevmiyorum
ki seni.
Ben de sütten çıkmış ak kaşık olduğumu iddia etmiyorum
elbette. Ahmet ve Mehmet dışında bir de Hasan vardı mesela. Resmi olarak
sevgili olduğumuzun ikinci günü bana “Seni seviyorum” dedi. Bir akşam ben yemek
yerken karşıma oturmak yerine yanıma oturdu! Bence ayrılmak için yeterli
sebeplerdi. Ama şimdi baktığımda Ahmet ve Mehmet ile kıyaslandığında biraz
haksızlık etmişim gibi görüyorum. Zavallı Hasan duygu yoğunluğundan hızlı
harekete geçmiş olsa da benim tarafımda maalesef inandırıcılığını yitirdi. “İki
gün gibi kısa bir zamanda nasıl sevebilir, bu ne cüret?” diye düşünmekte çok da
haksız olmadığımı düşünüyordum. Yemekte yanıma oturması ise beni ziyadesiyle
daraltmış ve bunaltmıştı. Amaç zaten beraber zaman geçirmek içinse dibime
girmeye ne gerek vardı ki? Ayrıldığım için pişmanlık duymuyorum elbette ama
biraz abartmış olduğumu da inkar edemem. Hele Ahmet ve Mehmet gibi iki faciayı
yaşayan bir kadın olarak biraz daha ılımlı olabilirmişim diyorum şimdi şimdi. Neyse..
Umuyorum ki ilerleyen günlerde sizinle paylaşmaya değer
nitelikte gelişmelerle karşılaşırım. Sonra da beraberce değerlendiririz :).
Görüşmek üzere..
Kalem.
:)
YanıtlaSilSakin ol kalem, eglenmeye geldik :p
YanıtlaSilHaklısın DayDay. Şimdi sakinledim neyse ki :)
SilYani tüm bahsettiğin hastalıkları bilmemin referansıyla diyorum ki,beni öyle keyiflendiren bir yazı okudum ki,anlatamam.Ahmet Mehmet,ya da bir başka isim farketmez,gerçekten de zorlayıcı olmuşlar senin için.Bipolar bozukluk zaten başlı başına hastalık ismidir.O ilaçlara rağmen hala o kendisinden önce koşan ruhunu belli bir hızda durduramıyorsa,onunla değil aylar gün geçirilmez.BENİM ÖZ KARDEŞİM BU HASTALIĞIN PENÇESİNDE,İNANIN BİR KRİZİNDE EVİMDE OLDUĞU İÇİN ,POLİS ÇAĞIRIP ONDAN ANCAK BU ŞEKİLDE KURTULURUM DEDİM.Zavallı polis''Kardeşsiniz lütfen anlaşın'' diye neredeyse yalvardı.Herkes kendi kaderini yaşar yavrum.En zor ve saçma misyondur ACIMA DUYGUSU.Ben senelerimi kurban ettikten sonra eşime,ancak o vefat ettikten 12 sene sonra kendime zor geldim.Önce bizim huzurumuz,zira biz ancak kendimiz için varız.Yazını çok beğendim.Seni kutluyor iyi gün,hafta ve aylar,nihayetinde mutlu bir yaşam diliyorum.
YanıtlaSilEce hanım, kalem size yanıt vermeden ben araya giriyorum kusura bakmayın. Öncelikle psikiyatrik rahatsızlıkları olan, kronik anksiyete bozukluğu, depresyon ve panik atak hastası olarak şunu söylemek isterim ki Allah büyük sabır güç kuvvet ve sağlık versin. İçinde bulunduğunuz durumun, bulunmuş olduğunuz durumların zorluğunu bir nebze anlayabiliyorum. Umarım huzurlu bir hayat yaşarsınız her şeye rağmen. Ayrıca eşinize Allah rahmet eylesin. Gerçekten zor bir hayatınız varmış. Umarım gün geçtikçe kolaylaşır. Sevgiler...
SilTatlı yorumunuz için bolca teşekkürler :) Aynı frekansta olduğumuzu hissettim. Bencillikle kendini sevmek arasındaki ince çizgide durabilmeliyiz kısacası. Eşinizin vefatı sebebiyle ben de rahmet dileklerimi sunuyorum size. Nihayetinde ve maalesef her şey insan için, bize düşen sabırla, yılmadan mücadeleye devam etmek. Siz de gücüyle gurur duyulacak bir kadın olmalısınız ki çevrenizde baş etmeye çalıştığınız hastalıklardan bahseden bir yazıdan bile keyif almasını, durumla dalga geçmesini biliyorsunuz. Diğer yazılarımızda görüşmek dileğiyle..
SilHasan'a ayar oldum. Mesele duygu yoğunluğunu göstermekse bunu karşınıza oturup ellerini çenesinin altına koyup derin bakışlar atarak da yapabilirdi. Veya ayağıyla ayağınızı okşayıp 'Ne şirin ayakların var senin' falan diyebilirdi, ne bileyim. Öyle yemek muhabbeti mi olur, birbirinin yüzünü görmek için ikide bir kafayı çevirmek lazım. Yine de özünde iyi bir insandır belki. Bu laf da ayrı mevzu; bende 'İşlediği seri cinayetlere rağmen özünde iyi insandır aslında' duygusu uyandırıyor. : D
YanıtlaSil