Bir önceki yazımda çantaları alıp İstanbul’a doğru yola çıktığımız anda kalmıştık. Devam edelim. Sabahın 5’inde
indik Ataşehir’de. Ver elini Kadıköy. Eee geldik Kadıköy’e de saat olmuş 6.
Daha uçuşa 6 saat var. O zaman bize Boğaz’da gün doğumunu izlemek düşer dedik.
Kadıköy İskelesindeki kafeye oturduk. İyi ki açıklardı. Açlıktan midemiz
sırtımıza yapışmıştı. Şöyle bol kaşarlı bir tost, yanına da sıcak bir çay, tüm
sandalyeler bizim, değmeyin keyfimize.
Tabi
bu kadar vakti öldürmek kolay olmadı. Kadıköy ara sokaklarında gezindik. Butik oteller,
butik restoranlar keşfettik. Bolca kedi gördük. Bolca kedi sevdik. Yok. Heyecanlıyız
ya. O zaman akmadı gitti. Tekrar kafeye döndük, birer bardak çay, hadi
ikinciler de gelsin. Derken saati 8 yaptık ve bindik artık otobüse, ver elini
Sabiha Gökçen. Biraz da orada oyalanalım.
Check-in
yapıldı, çantalar verildi, son kontroller yapıldı, heyecan dorukta, gümrükten
geçme zamanı geldi. Uzun kuyrukların sonunda nihayet geçtik gümrükten. Duty Free
bizi bekler ve tabi parfüm testerları. Nihayet uçuş vakti geldi ve bindik
uçağımıza. Öyle inanılmaz geliyordu ki bana İtalya’ya gidiyor oluşumuz, uçuşun
1 saati geçtikten sonra başlayan panik ataklarımdan ses seda çıkmadı. Sürekli
camdan bakıp “Şu an Yunanistan üzerindeyiz, baksana acaba bu ada hangisi” diye
heyecanla konuşup duruyor ve fotoğraf çekiyordum.
Eeee
indik mi Roma Fiumicino Havaalanına. İlk saniyeden gözlerim yuvalarından çıktı.
Tabi görmedik böyle hava alanı. 3 tane terminali var. Nasıl kalabalık. İndik
uçaktan gümrüğe doğru uzun kuyruğa girdik. Yüreğimde bir pıt pıt sesi.
Stresliyim hem de nasıl. Aklımda deli sorular ya bizi almazlarsa. Gülüyorsunuz,
biliyorum. Çok saçma ama daha ilk tecrübemizdi napayım. Aksilik olacak diye
inanılmaz korkuyordum. Neyse çok şükür yaklaşık 25 dakika sonra içerideydik.
Çantaları aldığımız gibi doğru lavaboya. Perişan olmuş gözlerimiz uykusuzluktan,
bembeyaz olmuşuz. Roma beni böyle karşılamamalı dedim ve sarıldım makyaj
çantama. Kokularımı sıktım. Artık hazırdım Roma’yla karşılaşmaya.
Terminal’in
çıkışına doğru bir Tourist Office gördüm. Doğruca oraya daldık. Önceden almamız
gerektiğini bildiğim Roma Pass Card almak için girdik sıraya. Bu kartla ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 3 günlük Roma
Pass Card 36 €, peki bu kart ne işe yarıyor? Bu kartla tüm şehir içi toplu
taşıma araçlarına başka ücret ödemeden binebiliyorsunuz. İki müzeye girişiniz
bedava oluyor. geri kalan müzelerde indirim sağlıyor (Vatikan hariç, malum orası ayrı bir ülke). Kartın yanı sıra paketin içinde Roma'da bulunan kültür varlıklarının yerleri isimleri, ulaşım araçları, metro hat güzergahları,ve daha bir çok bilgi bulunan bir harita da veriliyor. Ayrıca Kolezyum gibi çok ziyaretçisi olan müzelerde hiç sıra
beklemiyorsunuz. Kartı olanların girişini bulun yeter. Sadece bu sıra meselesi
için bile o kadar para verdiğimize değdi diyebilirim. Romalılar turistler için her şeyi düşünmüş demeden edemiyorum.
Kartlarımızı
aldıktan sonra trene doğru yol aldık. Maalesef tren için başka bilet almak
zorundaymışız. Aldık biletlerimizi ve bindik trene. İçerisi klimalı, tertemiz
bir tren. Klima o kadar açıktı ki, üşümeye bile başlamıştık. Ama camdan
ağzımızın suları aka aka her gördüğümüz şeye aaaa demekle o kadar meşguldük ki
çantadan bir hırka çıkartmak aklımıza bile gelmemişti. Roma’ya doğru ilerlerken
ilk dikkatimi çeken şey zakkum çiçekleri olmuştu nedense. Kendimi evimde
hissettim. Bir kıyı Egeli olarak zakkum çiçeklerini çok severim. Tabi
begonvillerin yerini tutamaz, o ayrı.
Tren
garında indik. Öyle güzel incelemişim ki otelimize giden rotayı, 3-4 dakika
yürüyüp, sokak isimlerine baka baka elimle koymuş gibi buldum otelimizi.
İlginçtir ki Roma’da binaların her katında farklı otel var. Butik oteller
diyebilirim. Bazılarının çok kötü olduğunu duymuş olsam da, seçtiğim otel –ki ismi
Cassa Di Eddy- son derece temiz, bakımlı, ve güzel döşenmiş bir daire içindeki odalara
sahipti.
(Google Earth'den alıntıdır.) |
Tabi apartmanı bulduk ama ne bir tabela var ne tanıtıcı bir yazı.
Zillere bakınca bir oh çektik. Cassa di Eddy yazan zile bastık ve delmeden önce
mailleştiğim Joseph’in sesi duyuldu. Kapının otomatına bastı. Çıktık 2. kata.
Bir kapıda Cassa Di Eddy yazıyor. Daldık içeriye. Joseph bize odamızı
gösterdikten sonra bir harita verdi ve üzerinde gitmemizi önerdiği yerleri,
nasıl ulaşacağımızı, yemek yiyebileceğimiz yerleri, önerdiği lokantaların hepsini,
yürüme mesafelerinin ne kadar süreceğime kadar hepsini işaretledi. Sonra da apartmanın
giriş kapısının, dairenin ve odamızın bir de banyomuzun anahtarlarını verdi ve
saat 21.00’dan sonra kendisinin orada olmayacağını anahtarlarımızla istediğimiz
zaman girip çıkabileceğimizi söyledi. Bu gerçekten en çok şaşırdığımız şey
olmuştu.
Roma’daki
ilk günümüz böyle başlamıştı. Devamı bir sonraki yazımda dostlarım. Sizi sıkmak
istemem. Sevgiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder