SALEP #1 (HİKAYE)


Bugün Ocak ayında başladığım ve halen yazmaya devam ettiğim hikayemi bölüm bölüm sizinle paylaşmaya karar verdim. Şimdilik haftada bir kere yeni bölüm yayınlamayı düşünüyorum. Ama severseniz daha kısa sürede paylaşım yapmaya çalışırım tabii ki. Hatta inşallah çok seversiniz de daha çok paylaşım yapmak için hikayeyi daha ilginç kılmak üzere ne yapacağımı düşünmekten bir hal olurum :)

Okuduktan sonra görüşlerinizi bana bildirebilirseniz çok sevinirim. Yazı konusunda kendimi geliştirebilmem için buna gerçekten çok ihtiyacım var. Şimdiden hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

Hikayenin şimdilik iki ana karakteri var. Nil ve Soner. Romantik bir hikaye yazma isteğiyle yola koyulmasam da ziyadesiyle aşk dolu bir hikaye çıktı ortaya. Ama ilerleyen zamanlarda nasıl sürprizlerle karşılaşacağınızı söyleyemem :). Ayrıca başta da belirttiğim gibi Ocak ayında yazmaya başladığım bir hikaye olması sebebiyle bolca soğuk ve kar içeriyor. Umarım hoşunuza gider.

SALEP #1

Dışarda kar yağıyordu. Kendisine kahve yapıp pencerenin önüne geçmeyi düşündü ama salep çok daha güzel bir fikirdi. Eskiden, küçükken annesinin yaptığı salep kokusu geldi burnuna. Annesi gibi yapamazdı, o lezzeti kimsenin yakalayamayacağından nerdeyse emindi. Mutfağa yöneldi.

“Bu atmosfere en iyi Frank Sinatra eşlik edebilir.” diye geçirdi içinden. Fly Me To the Moon ile başladı. En yakın arkadaşı Sinem düğününde ilk dans şarkısı olarak seçmişti bunu. O anda aşık olmak istedi ama aşık olabileceği kimse yoktu hayatında. Zaten olsa da kimselere güvenemez olmuştu. 

Hazır salebi kutusundan çıkarıp cam kupaya koyarken hayatını gözden geçiriyordu. Her şey yerli yerindeydi. Çok da imkansız hayalleri olmamıştı hiç ama hepsi gerçekleşmişti. Mikrodalga fırına bardağı yerleştirdi. “İşte tam da benim hayatım gibi” dedi kendi kendine. Kolay, anlaşılır, hazır ve önceden yaşanmış gibi. Hayır, bu durumdan rahatsız değildi ama “hikayemi yazmaya kalkışan yazar daha yarısına gelmeden uyuyakalır sıkıntıdan.” diye düşünerek tebessüm etti. Mikrodalgadan gelen zil sesi salebin hazır olduğunu hatırlatıyordu. Bardağını alıp salona pencere kenarındaki koltuğa kuruldu. Kışı oldum olası hiç sevmezdi. Kışın enerjisinin çok azaldığından yakınır dururdu hep. Ama bu pazar günü öyle hissetmiyordu. Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmadan geçireceği bir gün olduğunu düşünüp mutlu olmuştu. Arkadaşları sosyal medyada pazar günlerini o ara popüler olan bir kitap, kurabiye ve kahve fotoğrafları ile yansıtıyorlardı. Ya da film CD’si, televizyonun kenarından görünen patikli ayakları ve içinde ne olduğu görünmeyen kupa ile yüzler görünmeden çekilen fotoğraflar vardı. Ama o bu pazar günü sadece evde olmayı tercih etmişti.  Plan yapmadan ve yapmadığı plandan kimselere bahsetmeden..

Bir ara doğruldu oturduğu koltuktan. Pencereden aşağı doğru baktı şöyle bir. Apartmana doğru eldivenli elleriyle de olsa el ele tutuşan genç bir çiftin ve arkalarında yürüyen uzun boylu genç bir adamın ilerlediğini gördü. O soğukta üşümemek için kullandıkları yün bere ve kalın atkılardan olsa gerek hem eldivenli ellerle el ele tutuşan o çiftin hem de uzun boylu genç adamın yüzleri görünmüyordu. Arada bir el ele yürüyen çift arkasını dönüp bir şeyler söylüyorlardı genç adama. Yüzleri asık değildi ama sanki hafif korkmuş gibilerdi. Eldivenlere rağmen el ele tutuşan çift onda hiç merak uyandırmamıştı. Sadece eldivenden birbirlerinin ellerini hissedemeyecekleri için el ele tutuşmalarının ne kadar anlamsız olduğunu düşündü. Ama uzun boylu genç adamın yüzünü görmek için ayağa bile kalktı. Yakışıklı olduğunu tahmin ediyordu. Hayal etmeye çalıştı büyük bir istekle. Ona aşık olduğunu düşündü birden. Genç adamla birlikte eldivene rağmen el ele tutuşan çifti izlediklerini ve onlarla birlikte dalga geçtiklerini düşündü. Gülümsedi kendi kendine. Hem hayali hoşuna gitmişti hem de kendisinden beklemediği kadar romantik olan bu hayal güldürmüştü onu.

O sessizce bunları düşünürken genç çiftin ve uzun boylu genç adamın apartmanın önünde durduğunu farketti. Kapı zili çaldı. Merakla ve kapının önündekileri tanımaya çalışır gözlerle aşağıya doğru dikti gözlerini. Sinem değil miydi o? Yanındaki de kocası Serhan mıydı? Sinem’i senelerdir kullanmaktan bıkmadığı mor, siyah, yeşil ve gri renkli beresinden çoktan tanımalıydı zaten. Peki ya yanlarındaki o uzun boylu ve yakışıklı olması gereken genç adam kimdi ki? Eldivenlerini çıkardığında parmağında yüzük görecek miydi? Son zamanlarda hoş bulduğu tüm erkeklerin parmaklarındaki yüzüğü gördükten sonra birdenbire onların küçük kız kardeşleriymiş gibi davranmaya başladığını farkediyordu. Hatta hayatına giren bir adamın evli olduğunu tesadüfen öğrenip sonrasında bu adama aşık olmadan kendini sıyırdığına sevinmişti bile. Bu durum canını ciddi anlamda sıkmaya başlamıştı.

Bunlar aklından geçerken kapıyı açmak üzere harekete geçti. Sinem, Serhan ve yakışıklı ve  yüzüksüz olması gereken genç adam yukarı doğru çıkarlarken dün gece dışarı çıkma hevesiyle iyi ki kuaföre gittiğini ama iyi ki planlarının iptal olup bu sabah saçlarının bakımlı cildinin de dinlenmiş olduğunu düşünüyordu. Bu şekilde yakışıklı ve yüzüksüz olmasını beklediği genç adamı etkileyebilecekti. Üzerini değiştirmeyi düşünmemişti çünkü zaten onun evindelerdi, rahat olabilirdi. Ayrıca en doğal haliyle yakışıklı ve yüzüksüz olması gereken genç adam onu daha güzel bulabilirdi. Tecrübeleri ona bunu öğretmişti.

Sinem merdivenlerden gözükmüştü.
- Hoşgeldiniz. Hayırdır?
- Hoşbulduk canım. Yaa sorma, kar lastiklerine güvendik ama yollar fena. Riske atmak istemedik bıraktık arabayı. Hazır da sana yakınken çıkıp gelelim dedik.
- İyi yaptınız, buyrun gelin.
- Serhan n'aber dostum?
- İyidir canım üşüdük valla. Sen nasılsın? Ooo ev sıcacık mis gibi.
- Geç geç içerde çıkarın. İyidir benden de ne olsun, pazar miskinliği.
- Kızım senin miskinliğin bile enerjiktir kesin.

Yakışıklı ve yüzüksüz olması gereken genç adama bakamamıştı henüz. Sanki bakınca genç adam az önceki kurduğu hayalleri anlayabilecekmiş gibi geliyordu ona. Neyse ki genç adam kendiliğinden elini uzattı:

- Merhaba Soner ben.
- Hoşgeldin Nil ben de, memnun oldum.
- Kusura bakma rahatsız ettik pazar pazar.
- Olur mu ne demek. Hadi içeri geçelim ayakta kaldınız.
- Nil, Soner'den bahsetmiş miydik hatırlayamadım. Serhan'ın üniversiteden arkadaşı. Yurtdışındaydı. Yüksek lisans yapacağım diye gidip geri gelmeyeceğim diyenlerdendi ki memleket aşkı ağır bastı. Beyin göçüne izin vermedik.
- E bir daha hoşgeldin o zaman.

Soner'in düşündüğünden de yakışıklı olması Nil'i çok heyecanlandırmış olsa da fönlü saçlarının verdiği özgüvenle sakinliğini korumayı başarmıştı. Kikirdemesine engel olamıyordu ama. Flörtleşmeyi de ne kadar özlediğini anlayıvermişti. En fazla bir buçuk dakika olmuştu misafirler geleli ama Nil pek çok duyguyu aynı anda yaşamıştı bile. Ayrıca tokalaşırken iki elindeki parmakları da kontrol etmişti. Soner şu anda hayallerinin erkeği gibiydi. 

Misafirleri salona ilerlerken Nil evde olan ve ikram edebileceği her şeyi saydı. Çay yeterli olur dense de herkesi salep içmeye ikna etti. Sinem de yardım etmek üzere Nil'in peşinden mutfağa geçti.

- Kızım Sinem, ilk olarak bu yakışıklıdan bu zamana kadar nasıl olur da haberim olmaz, ikincisi bu yakışıklıyı evime getirirken nasıl olur da haber vermezsin? 
- Ya aslında ben çok yakıştırıyordum sizi hep. Geçen sene senin işten izin alamadığın için gelemediğin Barselona tatili var ya, hani Serhan'ın bir arkadaşı da İspanya’da, o da gezdirecek bizi demiştim. İşte Sonerdi o.
- Tamam anladık. İzin alamayıp gelemediğim için tanışamayışımızın tek sorumlusu benim. E peki geliyoruz diye haber vermeyişine ne demeli? Valla dün akşam saçlarıma fön çektirmemiş olsaydım seni ömrüm boyunca affetmeyebilirdim.
- Bir şey söyleyeyim mi çok güzel yapmış bu sefer saçlarını. Ay neyse tamam özür dilerim, oraya buraya çarpacağız stresinden düşünememişim, tam bir hayvanım!
- Canım arkadaşım rica ederim, sen böyle yakışıklıları evime getirdikçe ben hiç kızmam ki sana! Bir şey diyeceğim, yüzük yok ellerde ama var mıymış hayatında biri? 
- Yok tatlım, her ne kadar geleceğimizi haber vermemiş olsam da geleceğinizi düşündüm ve hayatında biri olmadığına emin oldum. Yani sordum direkt.
- Ooo kelime şakaları, en sevdiğim. Aferin Sinem, tebrik ederim bir daha girdin gözüme.

Karşılıklı şakalaşıp gülüştükten sonra ellerinde salep dolu fincanlar ile salona geçti kızlar. 

Erkekler akşamki henüz oynanmamış maç üzerine yapılan yorumlarla dolu televizyon programlarını izlemeye dalmışlardı. Kızlar içeri girip salepleri servis ettikten sonra koyu bir sohbet başladı aralarında. Arada bir Sinem ve Serhan birbirlerine imalı bakışlar atıyorlardı ama ne Nil ne de Soner farkedebiliyordu bakışmalarını. 

Serhan "Ee acıkmadık mı gençler?" diye sohbeti bölene kadar konuştular hep birlikte. Soner de Nil de birbirleriyle ilgili pek çok şeyi öğrenmişti bu zaman zarfında. İçlerinde birbirlerini daha da yakından tanıma isteği vardı ikisinde de. Nil'in "acaba telefonumu ne zaman alacak ki?" diye düşünmesine gerek kalmadan Soner harekete geçmişti bile.

- Bak öyle eski filmleri seviyorsan, şu kar kış biraz geçsin de seni bir yere götüreyim. Orda bir sürü film var, o bahsettiklerin de dahil. Neydi ki senin numaran?

Kar durmuş ve belediye ekipleri verimli bir şekilde çalışmışlardı. Yollar açılmış ve şehirdeki hayat normale dönmüştü. Evde olanlarla hazırlanan yemekten sonra içilen çaylarla birlikte kalkma vakti de gelmişti. E malum ertesi gün işe gidecekti hepsi. Evlerinde dinlenmeleri için az bir vakitleri kalmıştı.

Nil ve Soner haftaya film satın almak üzere Soner'in bahsettiği o yere gitmek için sözleşmişlerdi bile. Nil'in buluşmada ne giyeceği de belliydi şimdiden. 

Misafirlerini uğurlayan Nil pencereden de görmek istedi Soner'i. Salona yöneldi. Sinem ve Serhan apartmandan çıkarken yine el ele tutuşmuşlardı. Ama bu sefer eldiven yoktu ellerinde. Nil arkalarından bakarken gözü hafifçe kanepeye kaydı. İkisi de eldivenleri kanepenin üzerinde unutmuştu. Hafifçe gülümsedi Nil eldivenlere. Sonra Soner'in arkasına döndüğünü farketti, el salladılar birbirlerine.

1 yorum: